Yanında erkek olan kadın daha çok saygı görüyor!
Cemiyet hayatının en güzel kadınlarından biri olan Güliz Onursal, şimdiye kadar kimseye söylemediklerini Şamdan Plus ile paylaştı ve güler yüzünün ardına sakladığı trajediyi anlattı. Zihinsel engelli bir ablası olduğunu söyleyen ve onun adına yapacağı sosyal sorumluluk projelerinden bahseden Güliz Hanım, New York’ta yaşayan işadamı Ömer Tunçata ile olan beraberliğinden kızlarıyla olan ilişkisine, evlilikle ilgili düşüncelerinden hayata bakış açısına kadar pek çok konuda samimi itiraflarda bulundu.
Röportaj Şamdan Plus/ Hülya Erdemli
Uzun süredir ortalarda yoktunuz, nerelerdeydiniz, neler yaptınız?
Uzun zamandır ortalarda olmamamın sebebi biraz daha sakin bir hayat yaşamak istediğimden kaynaklandı aslında. Zaten o kadar yoğun ve dinamik bir şehirde yaşıyoruz ki, bu koşuşturmadan biraz uzaklaşmak istedim. Bu arada işlerimde çok yoğundu. İşten başımı kaldıramadığım dönemlerde yoğun bir sosyal hayatım da olamıyor haliyle. Özelliklede yaz aylarında bazen nefes alacak vaktim olmuyor deyim yerindeyse... Herkes yaz aylarında tatildeyken çalışmak zor olmuyor mu? Yaz okullarının organizasyonlarını yaptığım için en çok bu mevsimde işlerim artıyor. En yoğun dönemim mart ağustos. Bu yıl da herkes tatildeyken ben işimin başındaydım. Ağustos 15’tensonra kısa bir süre tatile çıkabildim. Şimdi sakin bir dönemdeyim ama aralık, ocak itibarıyla ön hazırlık ve müşterilerle tekrardan ilişkilere geçme dönemi ve organizasyonlar başlar.
Yanında erkek olan kadın daha çok saygı görüyor!
Yaptığınız işten biraz bahseder misiniz?
Bir ortağım var, 10-16 yaş arasındaki çocukları yurtdışına yaz okullarına götürüyoruz. Daha çok 13-14 yaş arası rağbet görüyor. Genellikle çok butik okullarla çalışıyoruz. İngiltere, İsviçre, Amerika, Fransa ve İtalya’da çalıştığımız toplam beş okul var.Ne kadar süredir bu işi yapıyorsunuz?Sekiz sene oldu. Ortağım da benim gibi Avusturya Lisesi’nden çok eski bir arkadaşım. Beni bu işe o soktu. Çok keyifli bir iş, tek dezavantajı yaz döneminin fazlaca yoğun geçmesi. Çocuklar işinizin bir parçası, bu durum zorlukları da beraberinde getiriyor mu? Çok zor tabi ki. Büyük bir sorumluluk alıyorsunuz. Yaz programları iki hafta ile altı hafta arasında değişiyor. Çocukları biz götürüyoruz İngiltere’ye. Ya ben, yada ortağım mutlaka yanlarında oluyoruz. Biz yerleştiriyoruz okullarına. Onların sorunlarıyla bire bir uğraşıyoruz. Hakikaten hiç de kolay değil ancak çok zevkli.
Çocuklarla aranız iyi galiba...
Ben çocukları çok severim zaten.Daha doğrusu bebekleri çok seviyorum, bayılıyorum. Bir de 14-15 yaş, yani ergenlik çağındaki çocuklarla çok güzel diyalog kuruyorum. Onların yeni bir hayata başlamaları, o heyecanları, kız arkadaş-erkek arkadaş heyecanları,sohbetleri, çok hoşuma gidiyor.Onlarla birlikte insan gençleşiyor açıkçası. “Keşke” dediğim ve kendime itiraf ettiğim bir şey var; gerçi keşkelerle yaşamayı sevmem ama mesela üniversitede öğretmenlik yapsaydım. Gerçekten çok güzel ve çok keyifli bir şey.
Yanında erkek olan kadın daha çok saygı görüyor!
Cemiyet hayatından ve davetlerden uzaklaşmanızın nedeni sadece işiniz mi?
Aslında tam olarak değil. Kuzenim, ağabeyim ABD’de. Kızlarım ABD’deydi, şimdi kızlarımdan biri Londra’da master’a başlayınca bir de İngiltere çıktı, yani yurtdışına sık sık çıkmam gerekiyor. Eskisi gibi davetlere gitmek artık beni çok mutlu etmiyor açıkçası. Neden davetlerden artık keyif almıyorsunuz?Belki çok uzun zamandır davetlerde boy gösterdiğim için, artık doydum. “Yaşlıyım” demiyorum ama belki de yaşla birlikte insan daha sakin bir hayata geçmeyi tercih ediyor. Şu anda tercihim bu yönde ama hiç belli olmaz, bir-iki yıl içinde çok sıkılıp yine eskisi gibi giyinip,süslenip davetlerde boy gösterebilirim,bilmiyorum. İnsan hiçbir zaman “Bundan sonra bunu yapmam” diye büyük konuşmamalı.
“Asla yapmam” deyip de geri adım attığınız olaylar oldu mu?
Gençliğimde çok olmuştur belki ama artık uzun zamandır olmadı. En büyük tavsiyem de herkese şudur: Sakın büyük konuşmasınlar. Hem de hiçbir konuda, çünkü insanlar ne için büyük konuşursa o başına geliyor. Neden kaçarsa, o karşısına çıkıyor. Onun için hiçbir şeyi eleştirmek ya da yargılamak hayatımda yer almıyor. Her şey herkesin başına gelebilir. Onun için büyük konuşmamak lazım.
Eğitime gönül vermiş bir kişi olarak,bu konudaki sosyal sorumluluk projelerine yaklaşımınız nasıl?
Çok istediğim bir şeyi söyleyeyim; benim zihinsel engelli bir ablam var. Ajitasyon şeklinde anlaşılsın istemiyorum. Dolayısıyla zihinsel engellilerle ilgili bir çalışma yapmak isteyebilirim. Dediğim gibi, ben bir işe girdiğim zaman sonuna kadar giden bir insanım. Sonuna kadar, dibine kadar giderim.
Yanında erkek olan kadın daha çok saygı görüyor!
Zihinsel engelli bir ablanız olduğunu söylediniz, nerede,kiminle yaşıyor?
İstanbul’da, kendi evinde bakıcısıyla beraber yaşıyor. Bugüne kadar daha çok fiziksel engellilerleilgili çalışmalar ağırlıkta oldu fakat ilk defa geçenlerde zihinsel engellilerle ilgili bir bina yaptırılıyormuş, okul gibi bir şey. Onlarla irtibat kurup, konuşmak istiyorum, nereden, nasıl faydalı olabilirim diye ama tabii bütün bunlarda en önemli şey, bu zihinsel engelli çocuklar için iyi eğitmenler olması. İyi eğitmenler gerekiyor, hem de çok büyük sabır, özveri gerekiyor. İşte tüm bunlar için çalışmak lazım. Şimdi bu işi ciddi, ciddi düşünüyorum.
Peki neden şimdiye kadar böyle bir proje için faaliyete geçmediniz?
Çünkü annem senelerce uğraştı. Onların dernekleri de vardı, hiçbir zaman bir yere varamamışlardı.Annem vefatına kadar hakikaten bizzat bu işlerle çok uğraştı. Ondan sonra da açıkçası o kadar yoğun bir hayat koşuşturması içindeydim ki, böyle bir şeye vakit ayırmam mümkün olmadı. Çocuklarım ufaktı, eşimin işleri sürekli yurtdışındaydı.Onunla seyahat etmek zorunda kalıyorduk. Zaten ablamla, yani zihinsel engelli bir insanla sosyal sorumluluk projesini bire bir kendi içimde yaşadım.
Ablanızın bu durumu ne zaman oluştu?
Doğuştan değil, sonradan. Çay yanığından oldu. Ensefalit diye bir hastalık. Çay yanığından dolayı mikrop gidiyor beyine, yerleşiyor ve beyinde hasar yapıyor. Ablam o sıralar 14 aylıkmış. Bir bardak çayı döküyor ve yanıyor, ne acı değil mi? Herkesin başına gelebilecek bir şey. Annem vefat ettikten sonrakimse kalmadı ablama bakacak. Ağabeyim 35-40 senedir zaten Amerika’da yaşıyor. Bir tek ben varım ablama bakacak. Dolayısıyla zaten sosyal sorumluluk projemi bire bir ablamla hayata geçirmiş oldum. Kızlarımı büyüt tüm, ablam falan derken şimdi daha çok bu işlere vakit ayırabilecek fırsatım olabilir.Bir de tek başına hayatı kadın olarak göğüslemek çok kolay değildi.
Kaç senedir yalnız yaşayan bir kadınsınız?
14 senedir yalnız yaşıyorum. Tabi dönem dönem sevgililerim oldu ama neticede yalnız yaşıyorum. Yalnız bir kadınım.
Yanında erkek olan kadın daha çok saygı görüyor!
Yalnız bir kadın olarak yaşamanın zorlukları hep konuşulur. Cemiyet hayatında da durum aynı mı?
Zor tabi ki... Her şeyi bir kere kendiniz hallediyorsunuz. Elektrik faturasından, notere gitmekten bankaya gitmeye kadar... Bir hayatta ne yapılıyorsa, gerekiyorsa yaşam için her şeyi tek başıma yapıyorum.Tabi bir desteğin, hayat arkadaşının,eşinin olmaması hiç kolay değil.Nasıl ifade ederim bilemiyorum ama yanlış anlaşılmasından da korkuyorum. Yalnız kadına kötü gözle bakılmıyor ama yanında erkek olan kadın, toplumda hangi statüde olursa olsun daha fazla saygı görüyor.Ben bunu gözlemliyorum. Bu belki bizim ataerkil bir toplum olduğumuz için, bilemiyorum sebebini ama farklı bir yaklaşım oluyor. Restorandaki bir garsonun tavrından tutun da her yerde bu böyle... Allah için yalnız bir kadın olarak bugüne kadar hiç kimseden bu anlamda bir saygısızlık görmedim ama bu bir his, bir enerji...
Yanınızda bir erkek olduğunda kendinizi daha mı rahat hissediyorsunuz toplum içinde?
Hayır, bu benimle ilgili bir durum değil. Farklı davranılmak da değil, dediğim gibi çok minik detaylar. Hani şeytan detaylarda gizlidir derler ya... Belki başkası fark etmeyebilir bunu ama ben hayatım boyunca hep okyanuslarda ve derinlerde yüzdüğüm için alıyorum bu enerjiyi. Tecrübelerle anlaşılacak bir durum galiba... Evet, bu senelere dayalı bir tecrübeyle kazanılan bir şey. Bir senede, altı ayda, iki senede anlaşılacak bir şey değil. 14 senedir yalnızım. Bu süre içinde bunu gözlemledim. Bu noktaya geldiğime göre ben bunu gözlemlemişim ve bunun böyle olduğuna inanıyorum. Bunun aksini söyleyecek birçok insan çıkabilir ama bunun yanında yalnız olmanın artı tarafları davar.
Avantajları neler?
Bir kere özgür hissediyorsunuz kendinizi,her şeye siz karar veriyorsunuz.
Yanında erkek olan kadın daha çok saygı görüyor!
Cemiyet hayatının en güzel kadınlarından birisiniz. İyi eğitiminizle, kültürünüzle, zarafetinizle hayranlık topluyorsunuz.Tüm bunlara rağmen Gayet güzel her şey. Evlilik söz konusu değil.Gelinlik giymenizi en çok kızlarınız istiyormuş...
Hayır, hayır, yok öyle bir şey. (gülüyor)Olabilir mi böyle bir şey? Ne kızlarım böyle bir şey der, ne de ben söylerim. Yemin ediyorum, biri de böyle çıkıp “Böyle söylediniz Güliz Hanım”diye karşıma çıksa, elini sıkarım, “Alzheimer oldum herhalde” derim. Böyle bir konuda kimseyle konuşmadım ki ben. Zaman zaman ben de benimle ilgili haberleri başkalarından duyuyorum. Size şöyle söyleyeyim; ne aramızda evlilik gündeme geldi, ne böyle bir şeyi ben gündeme getirdim.
Evlilik teklifi almadınız mı?
Biz şu an sadece flört ediyoruz ve böyle de çok mutluyuz.
Ömer Tunçata ile ne kadar süredirbirliktesiniz?
2.5 yıl oldu. Böyle çok güzel gidiyor, her şey yolunda. Söylenenlere bakarsanız, biz birlikte oturuyoruz falan... Hiç böyle bir şey yok. Ömer Amerika’da yaşıyor, onun da 12 yaşında bir oğlu var. Ben burada yaşıyorum. Dolayısıyla tabi ki o gidiyor-geliyor, ben gidiyorum geliyorum ama neredeyse her ay 10 gün-15 gün birlikteyiz ve çok da mutluyuz bu durumdan.
Erkek arkadaşınızla ayrı kıtalarda yaşıyor olmanın ne gibi zorlukları var?
Genç olsak belki uzak ilişki daha zor olabilir ama bu yaşlarda güzel, çünkü insanların zaten ilişkilerinde birbirlerine bir alan bırakmaları lazım, yani bir serbest alan olmalı. Herkesin kendine ait bir hayatı olmalı diye düşünüyorum. Düşünsenize; ben 14 senedir yalnız yaşıyorum. Bundan sonra bir anda yani, hop bir evin içine gir, birlikte yaşa falan, bunlar çok kolay şeyler değil. Dolayısıyla benim gıpta ettiğim aşk; KatherineHepburn ve Spencer Tracy’nin arasında yaşanandır. Onların aşklarını kendime örnek aldım. Bundan sonra da böyle yaşamayı tercih ediyorum. Benim idol çiftim onlar.
Yanında erkek olan kadın daha çok saygı görüyor!
Biraz da oyunculuk deneyiminizden bahsedelim.
Birol Güven’in ‘Metropol Cafe’ adlı bir projesi vardı, ilk oyunculuk deneyimimi orada yaptım. Projede hiç profesyonel oyuncu yoktu. Hepimiz amatördük. Onun için de çok güzel geçti, çünkü çok rahattım fakat ömrü uzun sürmedi, dizi bitti. Sonra da ‘Kuzey Rüzgarı’ adlı dizide rol aldım. O dizide çok güzel bir diziydi ama maalesef kısa sürede yayından kalktı
Neden devam etmediniz oyunculuğa?
O dizi bittikten sonra benim de ABD maceram başladı. Hem kızlarımın, hem de erkek arkadaşımın orada yaşaması nedeniyle oyunculuğu bir kenara bıraktım. “Aşk mı, kariyer mi?”diye kendime sorunca, aşkı tercih ettim açıkçası. Oyunculukla ilgili yeni bir teklif gelse... Şu anda artık yapamam, çünkü seyahatlerim oluyor. Oyunculuk devamlılık gerektiren bir şey. Sürekli seyahatlerim olduğu için zaman ayıramam. Erkek arkadaşınız mı oyuncu olmanızı istemedi? Hayır, ancak seyahatlerim çok olduğu için kıta farkından dolayı zaman ayıramam.
Şamdan Plus dergisinin 100. sayısında cemiyet hayatından 100 kişi, sizi ‘Türkiye’nin En Güzel Yüzlü Kadını’ seçti ve siz o günden bugüne daha da güzelleştiniz,sırrınızı açıklar mısınız?
Evet, bir zamanlar ‘Yüz Güzeli’ seçmiştiniz ama artık herhalde seçilemem. Çok zaman geçmedi ki, iki buçuk yıl önceydi.Çok fark ediyor. Valla şu son zamanlarda yani iki-üç senedir, yani siz seçtikten sonra hiçbir şey yapmıyorum yüzüm için. (Kahkahalarla gülüyor) Bir tek vitamin iğnelerimi yaptırıyorum dönem dönem. Çok da faydalı olduğuna inanıyorum. Bir de eczacı bir kadının kendi hazırladığı kremleri kullanıyorum.Uykularım düzenli, çok gece hayatım yok, içki içmem. Bir tek maalesefsigaram var. Bırakacağım ama inşallah, en kısa zamanda.
Estetik var mı?
Hayır, hiç yaptırmadım. Sadece arada bir, çok dozunda botoks yaptırıyorum. Başka asla bir şey yaptırmıyorum. Pilatesime sekiz senedir devam ediyorum. Dışarıdan bakıldığında çok kırılgan ve hassas bir yapınız varmış gibi görünüyor, doğru mu?Maalesef öyleyim, eskiden daha da hassastım. İnsan hayatta yaşadıklarıyla böyle zırhını giymeyi biliyor. Biraz daha katılaşıyor. Yine de yapı olarak çok hassas ve kırılganım. Eskiden daha çok dışa vuruyordum, gözüm daha çok yaşarırdı, ağlardım, yüzümden belli olurdu falan. Şimdi daha çok içinde yaşamayı, içimde halletmeyi başarabiliyorum. Cemiyet hayatında uçak kullanan belki de tek kadınsınız. Nereden merak sardınız pilotluğa? Bir dönem karşı koyamadığım öğrenme hırsı yüzünden ne kadar kurs varsa gitmiştim. Antika kursu, resim kursu, sanat tarihi, piyano dersleri, dans kursu... Sonunda da pilot olmak istedim. Şimdiye kadar yaptıklarımın en heyecanlısıydı. O müthiş bir özgürlük. Tek motorlu uçaklar zaten motosikletin havada gideni gibi. Dolayısıyla da böyle kendinizi kuş gibi hissediyorsunuz, müthiş bir boşluk ve sonsuzluk duygusu... Bulutların içine girip-çıkmak bugün bile bana en cazip gelen olaylardan.
Neden bıraktınız pilotluğu?
O tatsız kaza... Onno Tunç’un hayatını kaybettiği o kazadan sonra uçak kullanmadım bir daha. 1995 yılıydı. Bizim uçağımızdı, Nurettin Hasman’ın ve benim. Hatta hep birlikte uçardık. O gün yanlarında ben de olacaktım. Son anda bir işim çıktı. Kader işte, ne diyebilirsiniz ki... Eğer o gün işim çıkmasaydı, şimdi ben de hayatta olmayacaktım. Aslında korku da değil, bir soğukluk oldu. Bir ya da iki kere bile uçsam kaldığım yerden devam edebilirim, bisiklet kullanmak gibi biraz. Biz Nurettin Bey’le 90 senesinde başladık uçmaya,o dönemde de kadın pilot yoktu.Hayatımın en keyifli dönemleriydi ta ki o tatsız kazaya kadar... Ondan sonrada bir daha gözüm görmedi. Nurettin ve ben, kızlarımızı alırdık, İstanbul’dan Bodrum’a kendi uçağımızla giderdik. Benim de kullandığım olurdu uçağı, ne cesaret. Kızlarımız da küçücüktü. Şimdi öyle cesur hissetmiyorum kendimi.