Dünyanın tatlı acıları
MODA HABER

Dünyanın tatlı acıları

GÜNCELLEME TARİHİ: 6 Ağustos 2012

İlk ne zaman tanıştık? Hımmm, bir düşüneyim... Çocuktum, 7-8 yaşlarında olmalıyım... Ailece gittiğimiz bir lokantada tabağımda köftemin yanında duran ızgara yeşil biberi ağzıma attıktan kısa bir süre sonra paniklediğimi hatırlıyorum. Ağzım, damağım "yanıyordu" sanki... Ağlamaya başladım. Annemin bana ekmek dilimi uzatması, sonra su bardağına sarılmam... Hepsi hala gözlerimin önünde...

Acı biberle küslüğümüz uzun sürmedi. Yetişkinliğe öykündüğüm ergenlik yıllarımda, değişik tatlara merak salmıştım. Annemin leziz güneyli yemekleri ve lisemin yakınındaki Kadıköy Çarşı'nın da etkisiyle "acı" binbir kılıkla hayatıma yeniden girmişti. Kısırı, Adanası, kokoreçi, bir de babamın özel günlerde yaptığı çiğ köfte acının başrol oynadığı favorilerimdi.

Yıllar yılı seyahat ettikçe bizim pul biberin yakın-uzak akrabalarıyla tanıştım. Mesela, Urfa'lı İsot'u çok seviyorum. O kadar ki evde sürekli kullanmanın yanısıra, bir hap kutusuna koyup gerektiğinde kullanmak üzere yanımda gezdirme fikri bile cazip geliyor bana.

Antakya'da tazesini yediğim Samandağı biberi tattığım biberlerin en "vahşi" ve "cüretkar" olanı... Sınır tanımıyor doğrusu... Onu yiyerek yaptığı diyetle gözümüzün önünde iğne ipliğe dönen bir gazetecimiz kitabında bu tecrübesini paylaşınca, en "meşhur" sıfatını da kazandı bir dönem...

Bir de Şampiyon Kokoreç'te yediğim "ızdırap" var. Hani şu acı küçük süs biberi turşusu... İlişkimiz nasıl tutkulu bir bilseniz! Ne zaman yesem gözlerim yaşarır, alev alev yanarım, acısı ta kulaklarıma vurur... Yine de vazgeçemem ben ondan... Derler ki genellikle biber küçüldükçe acısı artarmış. Doğru olsa gerek...

Ah o jalepano, ah o Meksika yemekleri... Hint, Thai, Çin mutfağının acıları.. Hepsini başka severim. En son geçenlerde Zürih'deki Endonezya restoranı Dapur'da yediğim acılı yemekleri unutamıyorum. Yolunuz düşerse bir "Ayam rica rica" söyleyin. Yok büyü falan değil! İçinde bildiğimiz acı biberin yanısıra "bird's eye chili" adı verilen küçük kırmızı biberin de yer aldığı bir tavuk yemeği... Yerken, tadı tüm benliğimle hissediyor, kendimden geçiyorum. Gerçekten acı... Hani şu şarkıdaki gibi "ah yandım ben Allah'ım" diye haykırmak istiyorum, yanlış anlaşılmasın mutluluktan... Menüde milli acı sosları Sambal'ın değişik çeşitleri var : Lado ijo (yeşil biberli), sambal terasi (karidesli), sambal kerimi (özel bir fındıklı). Hepsini denemek istiyorum... Neyse ki sağduyu sahibi Asyalı güzel garsonum beni durduruyor da olası bir mide fesatından kurtuluyorum...

Acının bana yaşattığı bu haz, zihnimi kurcalıyor ve farmakolog tarafımı internette ufak çaplı araştırmaya sevkediyor. Öğreniyorum ki bu yakıcı tadı yaratan, biberde bulunan capsaicin adlı madde... Adeta bizim sinir hücrelerini kandırıp, tıpkı aşırı ısının yol açacağına benzer bir yanma hissi oluşturuyor. Yani ortada gerçek bir yangın durumu yokken sanki ağzımız alev alev yanıyormuş gibi hissediyoruz. Bu kadarla da kalmıyor: kalbimiz daha hızlı çarpıyor, terliyoruz hatta endorfin salgılıyoruz. Yoksa... Yoksa... Aşk mı bu?

Bu sıcak yaz akşamı balkonda naneli limonatamı içerken düşünüyorum... Sanmayın ki mazoşistim, ama mutlulukla "acının" bir ilgisi olmalı...

Yazarın itirafı: bu yazının başlığı bir Urfalı'dan alıntıdır...

Kısa kısa:

Hiç merak ettiniz mi dünyanın sıcak iklimlerinde neden acılı yemekler yenir diye? Meğer, capsaicin terleyip vücudumuzu soğutuyor ve ısı dengesini sağlıyormuş.

Biberin acılığını ölçmek için kullanılan bir skala var (Scoville scale). Hemen baktım, milli değerimiz, pul biberimiz, bu skalada ortalarda yer alıyor.

Capsaicin tıpta ilaç olarak da kullanılıyor.

Capsaicin endorfin salgısını arttırdığı için afrodizyak etkisi olduğu da iddia ediliyor.